Fatih Sultan Mehmet

Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethettikten sonra imparatorluk
sarayını gezer. Bir ara mahzene iner ve zindanda yaşlı bir papaza rastlar.
Yaşlı papaza sorar:
-Buraya neden hapsedildin?
papaz cevap verir:
-Arz edeyim Sultanım Siz İstanbul’u kuşatmaya başladığınızda imparator beni
huzura çağırıp, İstanbul’un düşüp düşmeyeceğini sordu. Ben de bilgime
dayanarak bunun İstanbul’un uğradığı son muhasara olduğunu ve şehrin
elimizden çıkacağını söyledim! Bu sözlerim imparatorun hiç hoşuna gitmedi.
Çok kızdı bana!.. Bir sürü eziyetten sonra buraya attırdı beni. Okumaya devam et

Deniz Kıyısında

Boyuna değişiyor rengi. Mavi. Mavinin her türü. Gök mavisi. Türk mavisi. Camgöbeği. Yeşilimsi. Külrengi mavi. Çivit mavisi (handiyse). Ya da toprak rengi (büyük yağmurlardan sonra. Değişen yalnız rengi değil. Akıntıları, aynaları, dalgaları da. Balıkları da değişiyor. Bugün istavrit, vatoz; yarın lüfer, dil, çinekop (ağ attığınızda).
Denizin bu değişkenliğini izliyorsunuz. Ve diyorsunuz ki, ne mene bir dünya bu deniz! Durmadan değişiyor, rengi, akıntısı, dalgası, balıkları. Ama bu değişimler için seviyorsunuz denizi. Herhangi bir denizi değil, kendi denizinizi. Hafta sonlarında (benim gibi) pencerenin önünde oturuyorsunuz. Seyrediyorsunuz. Neyi? Denizi. Denizin neyini? Yanıtlayamazsınız ki.  Belki rengini, belki dalgaları, belki martıları, belki orkozları, belki balıkçıları, ya da kıyıya çıkıp oltanızı atıyorsunuz. Ya da günbatımında gelincik sepetlerinizi. Ya da elinizde dürbün, gelip geçen gemileri izliyorsunuz. Okumaya devam et

Bilimin Açıklayamadığı Davranışlar

Batılı bilim dünyasının açıklama yapamadığı davranışlar sıralandı!
İngiliz The Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan habere göre, The New Scientist dergisi, insanların, batılı bilim dünyasının açıklayamadığı davranışlarını sıraladı.
Atomu bölen, insanın aya kadar gitmesini sağlayan ve hatta DNA´sını çözen bilim, insanoğlunun bazı gizemli davranışlarını açıklamak konusunda yetersiz kalıyor. Okumaya devam et

Arabalar Beş Kuruşa

Akşam, caddelerin kalabalık zamanında, köşe başına bir kadınla bir çocuk gelirdi. Siyah bir çarşafa bürünen kadın elleriyle çarşafını yüzüne kapatır, yalnız iki siyah göz, sokağın yarı aydınlığında, parıltısız, önüne bakardı. Çocuk yanında ayakta dururken o çömelir, küçük bir çuvaldan birtakım oyuncaklar çıkarırdı: Bunlar bir değneğin ucuna takılmış bir çift tahta tekerlekti.
Tekerleklerin üzerinde, iki yuvarlak tahtanın arasına çivilenmiş dört çubuktan ibaret kameriye gibi bir şey duruyor ve tekerlekler yerde yürütülünce bu kameriye fırıl fırıl dönüyordu. Okumaya devam et

Alabandada

Saç maşası satan adam, güverte yolcularına ait sancak kıç omuzluğunun alabandasında dinelmiş, bağıra bağıra mallarını övüyordu. Günün son turuncu ışığı sönmek üzereydi.
Denizin mavisi koyulaşmıştı. Dalga başlarında; çakmak çakılıyormuş gibi, turuncu kıvılcımlar uçuyordu. Ufkun üzerinde parıldayan akşam yıldızı; gökte bir gülüştü. Saç maşası satıcısının yüzünün yarısı turuncu, yarısı açık menekşeydi. Adam doğrusu, söz gücüyle satıyordu.
Sözler burgaçlanarak ve köpürerek, ağızdan çağlayan halinde akıyordu. Çevresinde halka olmuş çoğu erkekler, ağızlarını açmış dinliyorlardı. Satıcının anlattığına göre, gözü karda değildi.

Okumaya devam et